Kurallar, kurallar, kurallar!

Adım Asan, Türk kökenli Bulgar’ım ve 2010 yılındaki ekonomik kriz nedeniyle Almanya’ya göç ettim. Ailem, Bulgaristan’da azınlık konumunda olan Türk milletinden. Türkler Osmanlı İmparatorluğu zamanında Bulgaristan’a göç etmişler. Bulgaristan’da şu anda 600 bin civarında Türk yaşıyor. Ailem yoksuldu, gençken kaynakçılık mesleğini öğrendim.

Camiye çok fazla gitmezdik, yine de kendimizi Müslüman olarak adlandırırdık. Ben evin tek çocuğuydum ve annemle babam beni bir Müslüman olarak yetiştirdiler. Kötülükten korunmam için bana pek çok Arapça duayı ezberlettiler.

İslamiyet’te insanların çalması, insan öldürmesi ve haram bir şey yemesi yasaktır. Yüreğin temiz olması gerekir, zina etmek yasaktır ve daha pek çok kural vardır. Yapmam ve yapmamam gereken pek çok şey. Kurallar, kurallar, kurallar. Bu kadar çok kurala uymaya çalışmak özgürlüğümü alıyor ve beni çok yoruyordu. Daha sonra yaşamımı İsa Mesih’e verdiğimde, Tanrı için en önemli olan şeyin bize sorumluluklar ve kurallar vermek değil, aksine bize yakın olmak olduğunu anladım. Bence bu harika bir şey! Ama bunu anlayana kadar daha çok uzun bir yol vardı önümde.

On iki yaşındayken, tatilde trenle bize 60 km uzakta oturan babaannemi ziyarete gittik. Oradaki akrabalarımın hepsi çok dindar kişilerdi. Yemeklerden önce ve sonra Kuran ayetleri okurlardı. Bana sofraya otururken ve sofradan kalkarken “bismillah” yani “Allah’ın adıyla” demeyi öğrettiler. Herkes namaz kılıyor ve camiye gidiyordu. Bu taraftan akrabalarımın bazıları camide hocalık yapıyorlardı. Nasıl namaz kıldıklarını gözlemledim ve onlar gibi namaz kıldım. Bana Allah’ın görünmez olduğunu ve dünyadaki herkesi yargılayacağını öğrettiler.

Babaannem bana geceleri okuyabileceğim bir dua öğretti. Bu dua içimde Allah’ı daha fazla arama isteğini uyandırdı. İyi bir Müslüman olmak istiyordum. Ama ne zaman camiden eve gelsem, içimin boş olduğunu hissediyordum. Kuşkular içimi kemiriyordu.

Beni Allah yarattıysa, neden beni yargılıyor? Neden günaha düşmeme izin veriyor? Günah işlememe engel olamaz mıydı? Ne zaman sorularımı dile getirdiysem, bana böyle sorular sormamın günah olduğunu söylediler. İnsan Allah’a böyle sorular soramazdı. Allah oradaydı, ben buradaydım ve bir gün beni yargılayacaktı. Bundan başka bir şey bilmiyordum.

Bir gün mahallemize Hristiyanlar geldiler. İlahiler söylüyor ve vaaz veriyorlardı. Hatta benim anadilim olan Türkçe ile! Bu benim için çok yeni bir şeydi. Ben ve arkadaşlarım onların aptal olduklarını düşünüyorduk. Ta ki sınıfımıza Bulgar topluluğundan imanlı Hristiyanlar gelene kadar. Ama bize inançlarından bahsedemezlerdi, Ateist öğretmenimiz buna izin vermemişti.

Yine de öğretmenimiz, onların bize dağıtılması için resimli çocuk Kutsal Kitapları bırakmalarına izin verdi. Bu kitapları bize öğretmenimiz kendisi dağıttı. Şüpheci bir bakışla, “Kitaplara bakın, ama sakın içinde yazılanlara inanmayın! Biz okul olarak Hristiyanların size dağıtılması için Kutsal Kitap vermelerine izin verdik ve verdiğimiz sözü de tutarız. Ama bu kitaplarda yazılanlara inanmadığımızı bilmelisiniz” dedi.

Öğretmenimize şaşkınlıkla, “O zaman neden bize bu kitapları veriyorsunuz?” diye sorduk. “Hristiyanlar benden size, sizin bütün günahlarınızı bağışlayan biri olduğunu söylememi istediler. Ama ben öğretmeniniz olarak size bunun bir saçmalık olduğunu söylüyorum. Böyle bir kişi yok!” dedi.

İçimde bir merak uyanmıştı. Kitaptaki resimlerde İsa’nın hastaları iyileştirdiğini gördüm. Kendi kendime, “Bir Müslüman olarak bunlara inanmamalıyım, çünkü bu Hristiyanların kitabı” diye düşündüm.  Kitabı dolabımın üstüne koydum ve bir daha hiç açmadım. Aslında onu okumak istiyordum, ama yine de onu okumamın uygun olmayacağına karar vermiştim.

Babam dolabın üstünde çocuk Kutsal Kitap’ını görünce kızgınlıkla, “Bunun burada ne işi var?” diye sordu. Hemen orada kitabı parçaladı ve parçalarını çöpe attı. Anlatılamayacak kadar çok üzüldüm. “Kutsal Kitap da Allah’ın bir kitabı, babam onu neden parçaladı?” diye düşündüm.

Yıllar geçtikçe Allah’ı daha derin bir şekilde aramaya başladım: Tanrı neden benimle konuşmuyor? Oysa her şeyi yapabilir. Neden bana yardım etmiyor? Acaba gerçekten bir Tanrı var mı? Pek çok Müslüman gibi ben de kadere inanıyordum. İnsan ne yaparsa yapsın, Tanrı’nın planı değişmez. Yolunda gitmeyen bir şeyler olduğunda hep bunun Allah tarafından önceden öyle belirlendiğini, alnımıza öyle yazıldığını duyuyordum. Bu kaderci anlayış aslında bana mantıklı geliyordu, ama aynı zamanda da son derece iç karartıcı.

Bir gün, bir Bulgar Mesih topluluğuna giden bir kızla tanıştım. Hiç durmadan İsa’dan bahsediyordu. İçimden, “Bu sizin Hristiyan Tanrınız, benim Tanrım değil” diyordum. Çünkü annem bir keresinde şöyle demişti: “Biz Müslüman olarak doğduk ve Müslüman olarak da öleceğiz.” Ayrıca aileme göre, bir kişi Hristiyan olursa, tekrar Müslüman olana kadar 40 kere tövbe edip Hristiyan inancından dönmesi gerekiyordu.

Bu kızı ikna etmeye çalıştım. Ona, “İslamiyet iyi bir din!” dedim, ama ben kendim dinim hakkında hiçbir şey bilmiyordum. Kuran’ı hiç okumamıştım. Yine de kendime, “Onu nasıl İslamiyet’e döndürebilirim?” diye sordum. Galiba o da benimle ilgili olarak aynı şeyi düşünüyordu. Beni pek çok kez kendi topluluğuna davet etti. Onun hatırı için birkaç kez davetini kabul ettim, ama inandığı dinin yanlışlarını bulmak ve onu İslamiyet’e döndürmek istiyordum.  “Hristiyanlar arkadaşımın beynini yıkamış olmalılar” diye düşünüyordum.

İbadet sırasında inanılmayacak bir şey oldu. Birdenbire yıllardır içimde hissettiğim boşluğun iyi bir şeyle dolduğunu hissettim. Sanki hep aradığım şeyi bulmuş gibiydim. Hayal kırıklığıyla, “Bu olamaz” diye düşündüm, “Kesinlikle Hristiyan olamazsın!” Kiliseden dışarıya koştum ve bir daha oraya adım atmamaya karar verdim. Ne zaman şehirde bu topluluğun pastörünü görsem beni kibarca selamlıyordu. Ayrıca o kız arkadaşımla da iletişimim devam ediyordu. Bir gün pastör gülümseyerek şöyle dedi: “Tekrar ibadetlerimize gelmek ister misin?” Bizim kültürümüzde kendimizden yaşlı olanlara saygı göstermek gerektiği öğretildiği için ona hayır diyemedim ve tekrar gideceğimi söyledim.

O Pazar günü “ölüm ya da yaşam – hangisini istersin?” konulu bir vaaz vardı. Hayatımda ilk defa biz insanların ölüm ve sonsuz yaşam arasında tercihte bulunmak için Tanrı tarafından özgür kılındığımızı anladım. Ama bunun için Hristiyan olmam gerekiyordu! Yine ibadet bitmeden kaçarcasına oradan ayrıldım. Bir ay boyunca topluluktan uzak durdum. Ama yine pastörle karşılaştım. Bu defa beni başka bir şehirde gençler için hazırlanmış olan bir toplantıya davet etti, “… Ben oraya gideceğim. Sen de benimle birlikte gitmek ister misin?” diye sordu. Yine hayır diyemedim, “Tamam, yolculuk etmeyi severim, tabii gelirim” dedim.

Gençler için düzenlenmiş olan bu toplantıda vaaz verenlerden birinin şöyle dediğini duydum: “Tanrı bizim en yakın arkadaşımızdır!” Bu duyduklarım beni yine düşündürdü. Ama toplantıya pastörle birlikte gittiğim için bu defa erkenden çıkıp gidemezdim, sonuna kadar orada durmam gerekiyordu. Vaaz veren kişi Bulgaristan’da askerliğini yaparken ne kadar zorluklar çektiğini anlattı. Ama bu zorlukların ortasında Tanrı’nın varlığını yakın bir arkadaşmış gibi hissetmişti. Söyledikleri yüreğimi derin bir sevinçle doldurdu.

Buna rağmen iki ay boyunca hiçbir ibadete katılmadım, kafam karmakarışıktı. Gerçek neydi? İslamiyet mi, yoksa Hristiyanların inandıkları mı? Dinimden ayrılmaya korkuyordum. Her şeyden önce de bütün arkadaşlarımın ve tanıdıklarımın hakkımda kötü şeyler düşünmelerinden korkuyordum.

Bir keresinde okulun avlusunda arkadaş grubumuzla halter kaldırıyorduk. Az önce bahsettiğim Hristiyan topluluğundan yaşça büyük bir adam yanımıza geldi. Birkaç gün bizimle birlikte spor yaptı ve bu arada sürekli İsa Mesih’ten ve inancından bahsetti. Bu adam tam bir yetkiyle konuşuyordu, bunu hissetmiştim. Okuldan sonra her akşam bizimle konuştu.

Bir keresinde birdenbire onunla tek başıma kaldım, diğerleri gitmişlerdi. “Olamaz” diye düşündüm, “yine onu dinlemek zorundayım!” Bana Kutsal Kitap’tan Yuhanna 3:16 ayetini okudu: “Çünkü Tanrı dünyayı o kadar çok sevdi ki, biricik Oğlu’nu verdi. Öyle ki, O’na iman edenlerin hiçbiri mahvolmasın, hepsi sonsuz yaşama kavuşsun.”

Bana bu ayeti okurken içimden, “Nasıl olur da beni tanımayan bir kişi benim uğruma ölecek kadar beni sever?” diye sordum. İsa beni hayrete düşürmüştü.  O’nun çok özel bir kişi olduğunu hissediyordum.

O gece rüyamda bir ses duydum. Bu ses bana üç kere, “Git, tövbe et, yolundan dön, yaşamını değiştir!” dedi. Buna tepkisiz kalamadım. Ertesi gün topluluğa gidip açıkça tövbe etmeye ve İsa’ya olan imanımı dile getirmeye karar verdim.

Bir Pazar günüydü. Anneme ve babama gece gördüğüm rüyayı anlattım. Bana, “Önce askerliğini yap, daha sonra ne zaman istersen Hristiyan olursun” diye tavsiyede bulundular. Ama ben kararımı vermiştim. Bu defa kiliseye bilinçli bir şekilde gittim ve gördüğüm rüyayı anlattım, İsa’yı izlemek istediğimi söyledim. Pastör bana bunun için bir dua söyledi ve ben duayı cümle cümle tekrarladım. O anda içimdeki boşluğun yine nasıl dolduğunu hissettim. O zamandan beri İsa Mesih’e iman ediyorum ve her hafta kiliseye gidiyorum. İman ettikten bir yıl sonra vaftiz oldum. Yuhanna 3:16 ayeti ve gördüğüm rüya, imanımı sağlamlaştırdılar. O zamandan beri İsa’yı Tanrı’nın Oğlu olarak görmek benim için sorun değil. Benim yaşamam için birinin benim yerime ölmesi, beni derinden düşündürdü.

Herkese artık Hristiyan olduğumu ve İsa Mesih’i izlediğimi söyledim. Arkadaşlarım önce bunu çok aptalca buldular, bazıları bir daha benimle konuşmak istemediler. Bazıları arkadaşım olarak kalmaya devam ettiler ve hatta benimle birlikte kiliseye gittiler. Maalesef henüz iman etmediler. Onlar için hâlâ dua ediyorum. Kararımdan dolayı başıma bir lanet ya da uğursuzluk gelmediğini görünce zamanla tekrar bana yakınlaştılar.

O zamandan beri Kutsal Kitap’ı okuyorum, hatta açıkça annemle babamın yanında da. Annem ve babam inancıma doğrudan karşı olmadılar. Bir gün babaannem bizi ziyaret etti. Benim Kutsal Kitap’ımı gördü ve onu parçaladı. Sonra da gözlerimin önünde yaktı. Bense, “Hiç sorun değil, kendime yenisini alırım” diye düşündüm. Müslüman akrabalarım İsa’ya iman etmeme öfkeyle tepki gösterdiler. Onlara göre ben “onların dinini satmış, dinlerine ihanet etmiştim”. Başlarda inanç konusunda tartışıyorduk. Ama beni ikna edemeyeceklerini, aksine benim onları ikna edebileceğimi görünce daha dikkatli olmaya başladılar. Benimle inanç hakkında çok uzun zamandır hiç konuşmuyorlar.

Pastör bana kilisedeki ilk görevimi verdi: Yerleri süpürmek ve tuvaletleri temizlemek. Bu görevi sevinçle yerine getirdim. “Önemli olan Tanrı için bir şey yapmak. Bunun ne olduğu önemli değil” diye düşündüm. Kış gelince temizlik işinden odun taşımacılığa terfi ettim. Çünkü kilisedeki sobada odun yakılıyordu ve kütüklerin kilere taşınması gerekiyordu. Daha sonra sobayı yakma görevini aldım. Sonra da topluluğun ihtiyarı oldum ve vaaz da vermeye başladım. Ev toplantılarını ve gençlerin toplantılarını yönettim. Bulgaristan’da bulduğum çeşitli mesleklerde çalıştım. 2010 yılında dünya çapında baş gösteren ekonomik kriz bizim ülkemizi de etkiledi. Gittikçe daha az iş bulmaya başladım. “Rab, ne yapayım?” diye dua ettim. Kesinlikle topluluğumu yarı yolda bırakmak istemiyordum, çünkü topluluğun ihtiyarıydım.

Bir gün Almanya’daki amcam beni aradı. “Buraya gelmeyecek misin?” diye sordu. On gün boyunca oruç tutup dua ettim ve sonunda ailemizi geçindirebilmek için gitmeye karar verdim. Bir minibüsle Almanya’ya gittim.

Başlarda hurda demir topladık, ardından çeşitli işler değiştirdim. Bir buçuk yıl sonra oturduğum yere yakın bir yerde bir Türk-Bulgar topluluğu buldum. Almanya’da nihayet Türkçe konuşan inanlılar bulduğum için çok mutluydum. Bir gün benden vaaz vermemi istediler. O zamandan beri üç haftada bir pazar günleri vaaz veriyorum ve bu arada kilisenin ihtiyarıyım .

Eğer Almanlara bir tavsiyede bulunmam gerekseydi şunu söylerdim: Ülkenizde para çok büyük bir konu. Hristiyanlar da para konusunda çok düşünüyorlar. Almanlar çok fazla çalışıyorlar, ama Müslümanlarla ve Türklerle konuşurken çok sessizler. Oysa cesurca inançlarını dile getirmeleri gerekir! Rabbimiz İsa Mesih çok güçlüdür ve bugün de insanları kurtarabilir. İnsanların bunu duyması gerekiyor.

Ben de insanlarla arkadaşlık kurabilmek için mutlaka daha iyi Almanca konuşmalıyım. Rab beni nereye yönlendirirse oraya gitmek ve orada Rab için ve insanlar için bereket olmak istiyorum.